27 Temmuz 2011 Çarşamba

“Adamın adı bıyık len...”



Tarih: 8 Haziran 1990 / Saat: 18:00 / Yer: San Siro Stadı, Milano, İtalya

Dört yıl önce Meksika'da, Maradona adındaki, tanımlanamayan koşan bir cismin önderliğinde dünyanın tozunu attıran Arjantin, 1990 Dünya Kupası'nın açılış maçında Kamerun'la karşılaşıyor. Kamerun dünkü çocuk değil, evvelce Dünya Kupası tecrübesi var ama koskoca Maradona'dan ve Arjantin'den bahsediyoruz. Elbette fark atacaklar, kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacaklar, top göstermeden yerle yeksan edecekler Kamerun'u. Hocaları maçtan sonra en mahsun Rıza Çalımbay suratını takınıp, "şanssız goller yedik" bile diyemeyecek. Ama öyle olmuyor. 61'de Caniggia'nın ifadesini almaya kalkan Andre Kana-Bıyık kırmızı kart gördü diye sevinedursun içimizdeki Arjantinliler, 67. dakikada Makanaky'nin yaptığı ortaya, bizim bakkalın oğlu Sümüklü Kadir'in titiz ölçümlerine göre yaklaşık 5,5 metre kadar yükselen Francois Omam-Bıyık tozunu alıveriyor ağların. Arjantin devriliyor ve Kamerun’un adı, onbinlerce kilometre ötedeki bir ülkenin çocuklarının gönül kitabına en yaldızlı harflerle kazınıyor.

Tarih: 9 Haziran 1990 / Saat: 14:00 civarı / Yer: Hacı'nın evin arkasındaki boş arsa, Uşak, Türkiye

Sümüklü Kadir, muhtemelen birkaç gün önce gazoz kapaklarının tümünü yukarı mahallede üttürmüş olmanın da etkisiyle kendini futbola vermiş o günlerde. Anlata anlata bitiremiyor Kamerun’un futbolunu, sonra ara sıra durup bütün bir yaz üstünden çıkarmadığı beyaz şilebezi gömleğinin koluyla sümüğünü sildikten sonra, “Adamın adı da bıyık len,” deyip, bu dünyanın en komik şeyiymişçesine kıs kıs gülüyor. O yaz Hacı’nın evin arkasındaki arsada plastik top peşinde koşan Maradonalara, Linekerlere, Schilaccilere, Klinsmannlara inat; Sümüklü Kadir mahallemizin Omam-Bıyık’ı oluyor, bütün o pırpırlığıyla golleri dizeledikçe tıpkı Omam-Bıyık gibi ellerini açarak Hacı’nın bahçeye doğru koşuyor su katılmamış bir çocuk neşesiyle. Koşarken de bağırıyor:

"Piksuntura nayin nuyu aaaahhğğğğğ..."

Tarih: Ağustos 2000 küsur / Saat: 22:00 civarı / Yer: Alelâde bir şehir meydanı, Amsterdam, Hollanda

Zaman geçti devran döndü, her birimiz ilk bulduğumuz baltaya sap olduk; olmayanlara destek olduk kimimiz, kol kanat gerdik, burun kıvırdı kalanlar da onlara, bir tekme daha savurdular. Zaman geçti, o geçtiğine dertlendiğimiz zamanlarda sırtında kocaman yayıyla, olimpiyata çıkmış okçu edâsıyla sokak sokak dolaşıp elâlemin yatağını yorganını sağa sola atttırtan hallac-ı yorgan misâl, hayat sağa sola savurdu cümlemizi. İşte o yavşak çerçici beni de savururken âlem içre ve tam da zamanın "ne içinde, ne de büsbütün dışında" olduğumu kavramaya ramak kalmış iken buldum kendimi çengelli evlerin önünden akan daracık kanallarda, gam yükü eksik teknelerin seyrettiği selbes kentte. İşte o kentteydim, ki yerli ahalisi 'amısterdam' deyü söyler, kanallarından sıkılıp, sokaklarına meyil vermiş iken uzaktan uzağa duyar gibi muhteremin sesini. Memlektteki elektrikçi dükkânında bırakıp çıktığım yarım aklımın uydurmasıdır deyip geçtiysem de, ışığa giden haşerattan beter, takip ettim içgüdülerimi, yürüdüm sesin böğrüne doğru. Baltayı sapı bilmez iken, 'piksuntura' çeken o adammış meğer, sokağın orta yerine kuruluveren derme çatma sahnede nümayiş eyleyen. Sonuna yetişmişiz, 'piksuntura'sını kaçırdık Morikante'nin, gurur duyduğum dayıoğlunun önderliğinde Yukarı Mahalle'ye kavga çıkarmaya gidişimiz ve artık gurur duymadığım dayıoğlunun, yavşak Özkan'ı tek yumrukla yıllar yılı orada kalan iki metre yüksekliğindeki inşaat kumuna boylu boyunca yatırıverişinin fon müziği olmuş idi halbuki. Zalim çerçici meğer pamuktan beter atmış bizi, Sümüklü Kadir şehirlerarası seyahat şirketinde muavin, ben şehirlerarası boşgezenlik ajansında kalfa, Omam Bıyık Meksika ikinci liginde hoca. Morikante ise hâlâ şarkılarını söylüyordu, kimseden para almadan, kimseye eyvallah çekmeden, sesinde hepimizin çocukluğunu taşıyarak bir diyet gibi...




NOT: Ortalık yıkılıyor, memleket şikeyle çalkalanıyor, sen hâlâ Kamerun'dasın, Bıyık'tasın diyecek olan Erfurtlu kardeşlerim, bu soruşturmada at iziyle it izi ayrılana, neyin ne olduğu ortaya çıkana kadar herhangi bir söz etmek istemiyorum. Fenerbahçeliyim. Takımının yöneticilerine isnat edilenlerin gerçek olma ihtimalinden ne kadar rahatsızsam, takımımın yöneticilerinin maruz kaldığı hukuk ihlallerinden ve savcı-gazeteci ve savcı-polisler tarafından yürütülen soruşturmanın gidişatından da o kadar rahatsızım. Bekliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder