10 Ocak 2012 Salı

Memleketin Çıtaları ya da İngiltere Capello ile Başarılı Olur mu?


2006 Dünya Kupası sonrası tüm dünya Zidane’ın kafası ile Materazzi’nin dudakları arasına sıkışmışken, Almanya, sabırsızlıkla Klinsmann’ın yapacağı açıklamayı bekliyordu. “Klinsi bizi bırakma” yaygarasına kulak asmamış ve Klinsi “benim meskenim Kaliforniya’dır” diyerekten çekip gitmişti. Sonrasında Klinsmann Alman futboluna döndü geri, ama dönmez olaydı, hayat “geri dönmeyi sevmem” diyen üstadı haklı çıkardı bir kez daha…

2004 Avrupa Şampiyonası sonrasında Rudi Völler’in selefini iki ay aramak zorunda kalan Alman Futbol Federasyonu 2006 Dünya Kupası sonrasında aynı sıkıntıyı tekrar yaşamamak için teknik direktör seçiminde elini çabuk tuttu. Klinsmann’ın da önerisiyle mevcut kadroda antrenör pozisyonunu dolduran Joachim Löw, Klinsmann’dan boşalan koltuğa doğru kaydırıldı. Durum böyle olunca Milli takımın başına kim getirilmeli tartışması yaşanamadan, doğrudan, “Milli takimin başına kim getirilmeliydi”, “Löw doğru seçim mi” tartışmasına geçildi.

Löw karşıtı cephenin en önemli dayanak noktası Löw’ün kariyerinin bu pozisyon için yetersizliğiydi. Kariyer hususunda aslında kafalar epey karışıktı; çünkü Löw’ün o zamana kadar çalıştırdığı takim sayısı hiç de az değildi; hele hiç tecrübesi olmadan Alman Milli Takımının başına getirilen Klinsmann’la karşılaştırıldığında… Ancak burada açık kalan nokta Löw’ün başarılı olup olmadığı, kritik noktalarda direksiyonu şampiyonluk yönünde kırıp kıramadığıydı. Ne de olsa hedef, 2008’de burunlarının diplerinde gerçekleştirilecek İsviçre-Avusturya Avrupa Şampiyonası'nda kupayı kaldırmaktı (Kupa kaldırılamadı ama Almanlar 2008’de final oynadı, Fenerbahçe’nin başına geçerek Löw ile benzer kaderi paylaşacak Aragones’in İspanyası’nın harika futbolu olmasa kazanmaları içten bile değildi). Kariyerine başladığı Stuttgart’da kupalarda gösterdiği başarılara rağmen şampiyonluk mücadelesinin dışında kalan Alman teknik adam, tek şampiyonluğunu Avusturya’da Tirol Innsbruck’la kazanabilmişti. Fakat Avusturya’da alınmış şampiyonluğun Almanın gözünde (daha da doğrusu Avusturyalılar dışında kimsenin gözünde) bir kıymet-i harbiyesi yoktu. Diğer takımlarındaki – biri de Cem Uzan’ın Adanaspor’u - çalışmalarının sonucu genelde hezimet olmuştu. Bu yüzden forumlarda Löw’ün kariyeri didiklenirken, en civcivli tartışmalara sahne olan konulardan biri de 1998-1999 sezonu Fenerbahçe macerasıydı. Türkiye Ligi’ndeki ikinciliği Löw’ün başarı hanesine yazmaya çalışan Löw’cülere, Löw karşıtlarının “Türkiye’de Fenerbahçe’yi ikinci yapmak başarısızlıktır” cevabi çok gecikmemişti.

Löw’ün göreve geldiğinde düzenlenen basın toplantısında Alman basın mensuplarından biri “Alman medyası acımasızdır, milli takımın başarısızlığı halinde üstünüze çok gelinir buna hazır olduğunuzu düşünüyor musunuz” şeklindeki sorusuna Löw (kelimesi kelimesine olmasa da) “benim için onlar sorun değil ben Türkiye’de takım çalıştırdım, hem de Fenerbahçe’yi” cevabını vermişti. O sürekli eleştirilen Türk spor medyasının, Löw’ün kariyeri noktasında önemli bir referans olduğunu söylesek yanlış olmaz yani.

Löw'ün cevabı bir Türk olarak beni sevindirmişti, çünkü Avrupa futbolunda memleketimin de çıtayı koyduğu meselelerin var olduğunu görmüştüm. Demek ki Türk spor medyasından sonra diğerleri vız geliyordu yabancı teknik adamlara. Zaten bizim teknik adam beğenme konusundaki yüksek kriterlerimizi geçemeyen teknik adamlar gün geçmiyor ki yeni bir başarı ile karşımıza çıksın. Nitekim bugünden geri 2008 Avrupa Şampiyonası’na baktığımızda yarı final oynayan son dört takımın teknik adamlarının (Löw, Terim, Hiddink ve Aragones) Türkiye’de sözleşmelerinin feshedilme veya sözleşmelerinin uzatılmayarak sonlandırılması sayısı turnuva tarihi itibariyle hesaplandığında “beş” günümüz baz alınarak hesaplandığında “sekiz”. Çalıştırdıkları milli takımları Avrupanın zirvesine taşıyan bu teknik adamların Türkiye'de (çoğu zaman ağır hakaretlerle) görevinden gönderilme sayısı ortalama "iki". Peki 2010 Dünya Kupası’nda final oynayan takımların başındaki teknik adamların (Löw, Del Bosque) ortak özellikleri ne dersiniz, gazetelerimizin spor sayfalarından alıntılayalım: “futboldan anlamaları”… 2012 Avrupa Şampiyonasında veya 2014 Dünya Kupasında yukarıda bahsettiğimiz rakamlara ulaşacak ülke çıkar mı, bekleyip göreceğiz. Fakat açıkça söyleyelim böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi zor gözüküyor. Bazen uluslararası futbolda çıtayı biz koyuyoruz, hem de öyle yükseğe koyuyoruz ki aşılması gerçekten çok zor oluyor.

Buradan Avrupa Şampiyonası'nda veya Dünya Kupası'nda bir şekilde başarılı olmak isteyen İngitere'ye de seslenelim: Bu iş Capello ile falan olmaz. Türkiye'nin büyük üstadlarından futbol dersi almamış, Telegol'de masaya yatırılmamış teknik adam ile uluslararası alanda başarı gelmez. Acı ama istatistiki bir gerçek...

Hadi o zaman teorimize göre uluslararası arenada yükselecek yeni ülkeleri de müjdeleyelim. Başında Saffet Susiç ile Bosna-Hersek ve başında Rijkaard ile Suudi Arabistan...

PS 1: Bu arada biz bu yazıyı kaleme alırken Kicker dergisi Almanya’da yılın adamını olarak kimi seçti dersiniz: Joachim Löw

PS 2: Pek yakında: Del Bosque: İyiler de Bazen Kazanır