tag:blogger.com,1999:blog-7761966512832367192024-03-05T13:53:40.462+03:00VerkaçTandemle alan daraltır, o biçim pres yaparFisherhttp://www.blogger.com/profile/08235055164101819217noreply@blogger.comBlogger12125tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-43202180683459084492012-01-10T14:40:00.005+02:002012-01-10T15:29:35.483+02:00Memleketin Çıtaları ya da İngiltere Capello ile Başarılı Olur mu?<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPZ8tiphgrxBWK841vNIqjoDi74wbAUz-JTq5ewt1qSbGrycsPfWS6cteraExCGJ7PbGrP9LgPyHVi2S41Mg9kJWf5mdswX1lz3eKWCjY1U6koGQIIUHleQ2lwb-7h8N2HYIi-v-fGcyqU/s1600/Ads%25C4%25B1z.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 195px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPZ8tiphgrxBWK841vNIqjoDi74wbAUz-JTq5ewt1qSbGrycsPfWS6cteraExCGJ7PbGrP9LgPyHVi2S41Mg9kJWf5mdswX1lz3eKWCjY1U6koGQIIUHleQ2lwb-7h8N2HYIi-v-fGcyqU/s200/Ads%25C4%25B1z.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5695984900826101682" border="0" /></a><br />2006 Dünya Kupası sonrası tüm dünya Zidane’ın kafası ile Materazzi’nin dudakları arasına sıkışmışken, Almanya, sabırsızlıkla Klinsmann’ın yapacağı açıklamayı bekliyordu. “Klinsi bizi bırakma” yaygarasına kulak asmamış ve Klinsi “benim meskenim Kaliforniya’dır” diyerekten çekip gitmişti. Sonrasında Klinsmann Alman futboluna döndü geri, ama dönmez olaydı, hayat “geri dönmeyi sevmem” diyen üstadı haklı çıkardı bir kez daha…<br /><br />2004 Avrupa Şampiyonası sonrasında Rudi Völler’in selefini iki ay aramak zorunda kalan Alman Futbol Federasyonu 2006 Dünya Kupası sonrasında aynı sıkıntıyı tekrar yaşamamak için teknik direktör seçiminde elini çabuk tuttu. Klinsmann’ın da önerisiyle mevcut kadroda antrenör pozisyonunu dolduran Joachim Löw, Klinsmann’dan boşalan koltuğa doğru kaydırıldı. Durum böyle olunca Milli takımın başına kim getirilmeli tartışması yaşanamadan, doğrudan, “Milli takimin başına kim getirilmeliydi”, “Löw doğru seçim mi” tartışmasına geçildi.<br /><br />Löw karşıtı cephenin en önemli dayanak noktası Löw’ün kariyerinin bu pozisyon için yetersizliğiydi. Kariyer hususunda aslında kafalar epey karışıktı; çünkü Löw’ün o zamana kadar çalıştırdığı takim sayısı hiç de az değildi; hele hiç tecrübesi olmadan Alman Milli Takımının başına getirilen Klinsmann’la karşılaştırıldığında… Ancak burada açık kalan nokta Löw’ün başarılı olup olmadığı, kritik noktalarda direksiyonu şampiyonluk yönünde kırıp kıramadığıydı. Ne de olsa hedef, 2008’de burunlarının diplerinde gerçekleştirilecek İsviçre-Avusturya Avrupa Şampiyonası'nda kupayı kaldırmaktı (Kupa kaldırılamadı ama Almanlar 2008’de final oynadı, Fenerbahçe’nin başına geçerek Löw ile benzer kaderi paylaşacak Aragones’in İspanyası’nın harika futbolu olmasa kazanmaları içten bile değildi). Kariyerine başladığı Stuttgart’da kupalarda gösterdiği başarılara rağmen şampiyonluk mücadelesinin dışında kalan Alman teknik adam, tek şampiyonluğunu Avusturya’da Tirol Innsbruck’la kazanabilmişti. Fakat Avusturya’da alınmış şampiyonluğun Almanın gözünde (daha da doğrusu Avusturyalılar dışında kimsenin gözünde) bir kıymet-i harbiyesi yoktu. Diğer takımlarındaki – biri de Cem Uzan’ın Adanaspor’u - çalışmalarının sonucu genelde hezimet olmuştu. Bu yüzden forumlarda Löw’ün kariyeri didiklenirken, en civcivli tartışmalara sahne olan konulardan biri de 1998-1999 sezonu Fenerbahçe macerasıydı. Türkiye Ligi’ndeki ikinciliği Löw’ün başarı hanesine yazmaya çalışan Löw’cülere, Löw karşıtlarının “Türkiye’de Fenerbahçe’yi ikinci yapmak başarısızlıktır” cevabi çok gecikmemişti.<br /><br />Löw’ün göreve geldiğinde düzenlenen basın toplantısında Alman basın mensuplarından biri “Alman medyası acımasızdır, milli takımın başarısızlığı halinde üstünüze çok gelinir buna hazır olduğunuzu düşünüyor musunuz” şeklindeki sorusuna Löw (kelimesi kelimesine olmasa da) “benim için onlar sorun değil ben Türkiye’de takım çalıştırdım, hem de Fenerbahçe’yi” cevabını vermişti. O sürekli eleştirilen Türk spor medyasının, Löw’ün kariyeri noktasında önemli bir referans olduğunu söylesek yanlış olmaz yani.<br /><br />Löw'ün cevabı bir Türk olarak beni sevindirmişti, çünkü Avrupa futbolunda memleketimin de çıtayı koyduğu meselelerin var olduğunu görmüştüm. Demek ki Türk spor medyasından sonra diğerleri vız geliyordu yabancı teknik adamlara. Zaten bizim teknik adam beğenme konusundaki yüksek kriterlerimizi geçemeyen teknik adamlar gün geçmiyor ki yeni bir başarı ile karşımıza çıksın. Nitekim bugünden geri 2008 Avrupa Şampiyonası’na baktığımızda yarı final oynayan son dört takımın teknik adamlarının (Löw, Terim, Hiddink ve Aragones) Türkiye’de sözleşmelerinin feshedilme veya sözleşmelerinin uzatılmayarak sonlandırılması sayısı turnuva tarihi itibariyle hesaplandığında “beş” günümüz baz alınarak hesaplandığında “sekiz”. Çalıştırdıkları milli takımları Avrupanın zirvesine taşıyan bu teknik adamların Türkiye'de (çoğu zaman ağır hakaretlerle) görevinden gönderilme sayısı ortalama "iki". Peki 2010 Dünya Kupası’nda final oynayan takımların başındaki teknik adamların (Löw, Del Bosque) ortak özellikleri ne dersiniz, gazetelerimizin spor sayfalarından alıntılayalım: “futboldan anlamaları”… 2012 Avrupa Şampiyonasında veya 2014 Dünya Kupasında yukarıda bahsettiğimiz rakamlara ulaşacak ülke çıkar mı, bekleyip göreceğiz. Fakat açıkça söyleyelim böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi zor gözüküyor. Bazen uluslararası futbolda çıtayı biz koyuyoruz, hem de öyle yükseğe koyuyoruz ki aşılması gerçekten çok zor oluyor.<br /><br />Buradan Avrupa Şampiyonası'nda veya Dünya Kupası'nda bir şekilde başarılı olmak isteyen İngitere'ye de seslenelim: Bu iş Capello ile falan olmaz. Türkiye'nin büyük üstadlarından futbol dersi almamış, Telegol'de masaya yatırılmamış teknik adam ile uluslararası alanda başarı gelmez. Acı ama istatistiki bir gerçek...<br /><br />Hadi o zaman teorimize göre uluslararası arenada yükselecek yeni ülkeleri de müjdeleyelim. Başında Saffet Susiç ile Bosna-Hersek ve başında Rijkaard ile Suudi Arabistan...<br /><br />PS 1: Bu arada biz bu yazıyı kaleme alırken Kicker dergisi Almanya’da yılın adamını olarak kimi seçti dersiniz: Joachim Löw<br /><br />PS 2: Pek yakında: Del Bosque: İyiler de Bazen KazanırUlas Baysalhttp://www.blogger.com/profile/18168717786272452913noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-70174629952807349762011-09-12T23:33:00.003+03:002011-09-12T23:58:50.852+03:00Hadi bakalım İmparator...Fatih Terim aşkı ile yananlardan değilim. Ama Ünal Aysal'ın yerinde ben olsaydım, ben de çaresiz o görev için ilk önce ona giderdim, yalan yok. Acil bir toparlanmanın ilk adımı olsun ve yeni bir -özellikle olası bir yabancı- teknik adamın bir de alışma süreci ile uğraşılmasın diye.<br /><br />Ama ona gidecek olan herkes gibi, bugün Ünal Aysal'ın gördüğü ya da önceden de belki tahmin ettiği, ona gidişin bazı asab bozucu bedelleri olacaktı. Başladılar...<br /><br />Mesela mı?<br /><br />Fenerbahçe önünde Orduspor'u seyretti iseniz daha da net anlamış olmalısınız, Culio'nun Galatasaray'dan gönderilmiş olmasına ilişkin mana ifade edecek bir tane geçerli gerekçe var mıdır? Stancu da gönderilmez ama hadi ona "maç tecrübesi kazansın, tutukluğu üzerinden atsın" diyebilelim, Culio konusunda Allah rızası için bana bir gerekçe söyleyin.<br /><br />Ama Culio konusunda Türk medyası da sorumludur, tıpkı büyük takımların aptalca transfer politikalarında sorumlulukları olduğu gibi. Cahil taraftarın "CV" bazlı transfer zaafını pompalayıp, "fiili iyi topçu" arayışı yerine "CV'si iyi topçu" arayışına takımları sevkeden, Türk spor medyasının genciyle, yaşlısıyla önemli bölümüdür.<br /><br />Serdar Ali Çelikler değil midir, Culio ve Stancu transferi ardından "Romen Ligi'nden topçu mu alınır?" diyen? Hoş o İspanyol ligine de kulp takıyor, doğru...<br /><br />Peki Belediye maçı arkasından patlayan "Baros, Elmander, Sercan ile ilk yarıyı idare ederiz" bombası nedir Allah aşkına? Baros'u istememiş, yerine forvet takviyesi istemiş olabilirsin; ama bu yaklaşımı "şımarıklık"tan daha güzel tanımlayan bir kelime olabilir mi?<br /><br />Milan Baros, Milan Baros'tur. Kullanmak da teknik adamın görevi. Kullanamıyorsan, Elmander, Sercan, Kazım ile oynarsın, ama şu söylediğini hiçbir şekilde söyleyemezsin. Drogba ya da Forlan ile oynamak için Galatasaray'ın Fatih Terim'e de ihtiyacı yoktur, kusura bakmasın...<br /><br />Bence bu adamların kalibresini, hem de aşağılayarak kamuoyu önünde tartışmak yerine,<br /><br />- Bek (hem de sağbek) Eboue'den sol açık yapmaya çalışan kararını,<br />- 18 içini geçtim, civarına adam sokmak bir yana, yanaştıramadığı 4-3-3ümsü sistemini,<br />- ilk 11'den çıkan Gökhan-Çağlar yerine giren Yekta-Sercan ile kendi tercihlerini kendi çürütmüş oluşunu,<br />- Mağlup takımın tek forvetini oyundan alışını,<br />- Belediye önünde bile çift forvete dönemeyen çekingenliğini,<br /><br />tartışsak, daha iyi olmaz mı?<br /><br />Şenol Güneş'in, yanında Colman ile orta alan göbeğinde 2'li, forvetinde 4'lü oynattığı Selçuk İnan'ın, yanında da Felipe Melo gibi 10 numara bir orta saha oyuncusu varken, Melo-Selçuk ikilisi yanına Sabri, Yekta gibi yamalar arıyor oluşu ben açıklayamıyorum. Ve sırf bu gereksiz yer işgali nedeniyle Baros'un tek kalışıdır, kendi nezdinde Baros'u tartışılabilir kılan.<br /><br />Gidecek daha çok yolu var Galatasaray'ın, Fatih Terim beni şaşırtmıyor, ondan mucize beklemiyorum. Açıkçası bu halde şu an tünelin ucu karanlık. Fakat güvendiğim bir kaç adam var, doğru yapılmış Muslera, Elmander, Selçuk ve Felipe Melo transferleri en başta gelenler. Umar ve dilerim dengeli sistem ve kadro oluşumu konusunda çok zaman ve komplekslerle adam (Saunders, Felipe vs.) kaybetmeden sonuç almaya başlar Galatasaray... <br /><br />Ve ne mutlu, yeniden merhaba Verkaç...Nurullah Bakırhttp://www.blogger.com/profile/00453455651766452330noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-7079394396326991552011-08-04T22:54:00.002+03:002011-08-04T23:00:57.346+03:00Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1rIPUOQ7d71MYc60hRCm2AhKxOBS1GLV8NtXMv68R0JN52YVJRxKvVB2F2uXEQM5A0GF_Kh9cniLNxqL8Qye1AXos03fDYB2lktySmMWiXihkQqYyADoXFllNyrM1jqYNF5DkOnYT_ag/s1600/selamisahin.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 219px; height: 230px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1rIPUOQ7d71MYc60hRCm2AhKxOBS1GLV8NtXMv68R0JN52YVJRxKvVB2F2uXEQM5A0GF_Kh9cniLNxqL8Qye1AXos03fDYB2lktySmMWiXihkQqYyADoXFllNyrM1jqYNF5DkOnYT_ag/s320/selamisahin.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5637092975748505586" border="0" /></a><br /><br /><br />Selami Şahin’in müzik dünyamıza hediye ettiği şaheser, “Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor”, şikeci kulüplerimize gönül veren taraftarlar için ne kadar uygun mesajlar veriyor.<br /><br />Gönül verdiğin kulübün şike yapmasına alışmak, kulübü sevmekten daha zor geliyor.<br /><br />Ama için için biliyoruz, şike yapmayı bilmeyeni kulübe yönetici yapmazlar.<br /><br />Böyle lafa gelince “kulüpleri profesyonel yöneticiler yönetsin” denir de neden bu uygulama bir ütopya gibi gelir sanıyoruz ki?<br /><br />X bir holdingin CEO’suna ver kulübü başarılı olsun değil mi?<br /><br />En az iki yabancı dili anadili gibi konuşsun, 10 sene üst düzey yöneticilik yapsın, çokuluslu şirketlerde deneyim kazansın, ABD’de doktora yapsın, iki tane kitap yazsın ve bu adamları alıp beş sene üstüste şampiyon olalım.<br /><br />Aslında mantıklı.<br /><br />Ama bizdeki yöneticiler ABD’de doktora yapmış gibi değil de, başka işler yapmış gibi görünüyor. Ne bileyim işte… Haddini bildiriyor, esiyor, gürlüyor…<br /><br />Neyse daha uzatmayayım… Zaten YOZDİL stili bir yazı olma yolunda ilerliyor, kısa keseyim.<br /><br />İster alışın, ister sevin. Gerçeği açıklıyorum: Tuttuğunuz kulüplerde kirli işler dönüyor, şike, teşvik, sahte belge, usulsüz transferler, menajerlerle 3. türden ilişkiler, tetikçiler, mafyacıklar, babacıklar… Alayı var tuttuğunuz takımlarda. Baştan söyleyeyim, rahatlamanız için de bir şarkı göndereyim:<br /><br /><iframe src="http://www.youtube.com/embed/qtXxv9dHq6g" allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" width="425"></iframe>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-55694118513069422762011-07-27T20:50:00.002+03:002011-07-27T21:17:18.014+03:00“Adamın adı bıyık len...”<div style="text-align: center;"><iframe src="http://www.youtube.com/embed/ldss7IDQhQ0" allowfullscreen="" width="425" frameborder="0" height="349"></iframe><br /><br /></div><span style="font-weight: bold;">Tarih: </span>8 Haziran 1990 / <span style="font-weight: bold;">Saat: </span>18:00 / <span style="font-weight: bold;">Yer: </span>San Siro Stadı, Milano, İtalya<br /><br />Dört yıl önce Meksika'da, Maradona adındaki, tanımlanamayan koşan bir cismin önderliğinde dünyanın tozunu attıran Arjantin, 1990 Dünya Kupası'nın açılış maçında Kamerun'la karşılaşıyor. Kamerun dünkü çocuk değil, evvelce Dünya Kupası tecrübesi var ama koskoca Maradona'dan ve Arjantin'den bahsediyoruz. Elbette fark atacaklar, kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacaklar, top göstermeden yerle yeksan edecekler Kamerun'u. Hocaları maçtan sonra en mahsun Rıza Çalımbay suratını takınıp, "şanssız goller yedik" bile diyemeyecek. Ama öyle olmuyor. 61'de Caniggia'nın ifadesini almaya kalkan Andre Kana-Bıyık kırmızı kart gördü diye sevinedursun içimizdeki Arjantinliler, 67. dakikada Makanaky'nin yaptığı ortaya, bizim bakkalın oğlu Sümüklü Kadir'in titiz ölçümlerine göre yaklaşık 5,5 metre kadar yükselen Francois Omam-Bıyık tozunu alıveriyor ağların. Arjantin devriliyor ve Kamerun’un adı, onbinlerce kilometre ötedeki bir ülkenin çocuklarının gönül kitabına en yaldızlı harflerle kazınıyor.<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Tarih:</span> 9 Haziran 1990 / <span style="font-weight: bold;">Saat: </span>14:00 civarı / <span style="font-weight: bold;">Yer: </span>Hacı'nın evin arkasındaki boş arsa, Uşak, Türkiye<br /><br />Sümüklü Kadir, muhtemelen birkaç gün önce gazoz kapaklarının tümünü yukarı mahallede üttürmüş olmanın da etkisiyle kendini futbola vermiş o günlerde. Anlata anlata bitiremiyor Kamerun’un futbolunu, sonra ara sıra durup bütün bir yaz üstünden çıkarmadığı beyaz şilebezi gömleğinin koluyla sümüğünü sildikten sonra, “Adamın adı da bıyık len,” deyip, bu dünyanın en komik şeyiymişçesine kıs kıs gülüyor. O yaz Hacı’nın evin arkasındaki arsada plastik top peşinde koşan Maradonalara, Linekerlere, Schilaccilere, Klinsmannlara inat; Sümüklü Kadir mahallemizin Omam-Bıyık’ı oluyor, bütün o pırpırlığıyla golleri dizeledikçe tıpkı Omam-Bıyık gibi ellerini açarak Hacı’nın bahçeye doğru koşuyor su katılmamış bir çocuk neşesiyle. Koşarken de bağırıyor:<br /><br />"Piksuntura nayin nuyu aaaahhğğğğğ..."<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Tarih: </span>Ağustos 2000 küsur / <span style="font-weight: bold;">Saat: </span>22:00 civarı / <span style="font-weight: bold;">Yer: </span>Alelâde bir şehir meydanı, Amsterdam, Hollanda<br /><br />Zaman geçti devran döndü, her birimiz ilk bulduğumuz baltaya sap olduk; olmayanlara destek olduk kimimiz, kol kanat gerdik, burun kıvırdı kalanlar da onlara, bir tekme daha savurdular. Zaman geçti, o geçtiğine dertlendiğimiz zamanlarda sırtında kocaman yayıyla, olimpiyata çıkmış okçu edâsıyla sokak sokak dolaşıp elâlemin yatağını yorganını sağa sola atttırtan hallac-ı yorgan misâl, hayat sağa sola savurdu cümlemizi. İşte o yavşak çerçici beni de savururken âlem içre ve tam da zamanın "ne içinde, ne de büsbütün dışında" olduğumu kavramaya ramak kalmış iken buldum kendimi çengelli evlerin önünden akan daracık kanallarda, gam yükü eksik teknelerin seyrettiği selbes kentte. İşte o kentteydim, ki yerli ahalisi 'amısterdam' deyü söyler, kanallarından sıkılıp, sokaklarına meyil vermiş iken uzaktan uzağa duyar gibi muhteremin sesini. Memlektteki elektrikçi dükkânında bırakıp çıktığım yarım aklımın uydurmasıdır deyip geçtiysem de, ışığa giden haşerattan beter, takip ettim içgüdülerimi, yürüdüm sesin böğrüne doğru. Baltayı sapı bilmez iken, 'piksuntura' çeken o adammış meğer, sokağın orta yerine kuruluveren derme çatma sahnede nümayiş eyleyen. Sonuna yetişmişiz, 'piksuntura'sını kaçırdık Morikante'nin, gurur duyduğum dayıoğlunun önderliğinde Yukarı Mahalle'ye kavga çıkarmaya gidişimiz ve artık gurur duymadığım dayıoğlunun, yavşak Özkan'ı tek yumrukla yıllar yılı orada kalan iki metre yüksekliğindeki inşaat kumuna boylu boyunca yatırıverişinin fon müziği olmuş idi halbuki. Zalim çerçici meğer pamuktan beter atmış bizi, Sümüklü Kadir şehirlerarası seyahat şirketinde muavin, ben şehirlerarası boşgezenlik ajansında kalfa, Omam Bıyık Meksika ikinci liginde hoca. Morikante ise hâlâ şarkılarını söylüyordu, kimseden para almadan, kimseye eyvallah çekmeden, sesinde hepimizin çocukluğunu taşıyarak bir diyet gibi...<br /><br /><div style="text-align: center;"><iframe src="http://www.dailymotion.com/embed/video/x25ank" width="480" frameborder="0" height="393"></iframe><br /></div><i><a href="http://www.dailymotion.com/homhom" target="_blank"></a></i><br /><br /><span style="font-style: italic;font-size:85%;" >NOT: Ortalık yıkılıyor, memleket şikeyle çalkalanıyor, sen hâlâ Kamerun'dasın, Bıyık'tasın diyecek olan Erfurtlu kardeşlerim, bu soruşturmada at iziyle it izi ayrılana, neyin ne olduğu ortaya çıkana kadar herhangi bir söz etmek istemiyorum. Fenerbahçeliyim. Takımının yöneticilerine isnat edilenlerin gerçek olma ihtimalinden ne kadar rahatsızsam, takımımın yöneticilerinin maruz kaldığı hukuk ihlallerinden ve savcı-gazeteci ve savcı-polisler tarafından yürütülen soruşturmanın gidişatından da o kadar rahatsızım. Bekliyorum. <br /></span>Deniz Arslanhttp://www.blogger.com/profile/13116679598231052820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-54521900071060731502011-07-25T00:15:00.005+03:002011-07-25T00:21:58.843+03:00Sochaux: Futbol fabrikasında aslan yavruları*<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjc7UdEAHZ_QayocJmAVBYvs7hrqkF2ddQe3Nm7cc-tqM5nePnE8HmNi-cME8e-Ij0bqWcDyxGlmLp4XpXtICHy4Hsu7gPFdrbnTPry5eicjz6chGXNSX9OFz8DJsg8XwifHQpEOYxVn_w/s1600/sochaux.jpg" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjc7UdEAHZ_QayocJmAVBYvs7hrqkF2ddQe3Nm7cc-tqM5nePnE8HmNi-cME8e-Ij0bqWcDyxGlmLp4XpXtICHy4Hsu7gPFdrbnTPry5eicjz6chGXNSX9OFz8DJsg8XwifHQpEOYxVn_w/s320/sochaux.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5633031457211192274" /></a><br /><p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun:yes"> </span><i style="mso-bidi-font-style: normal">Sochaux </i><b><i style="mso-bidi-font-style:normal"><span style="font-size:10.0pt;mso-bidi-font-size:11.0pt;line-height:115%">(FCSM: Football Club Sochaux-Montbéliard) </span></i></b><i style="mso-bidi-font-style:normal">futbolda bir endüstriyi temsil ediyor. Bunun sebebi sadece Peugeot fabrikasının bulunduğu kasabada, bu fabrikanın işçileri tarafından kurulmuş olması değil. Seri üretim şeklinde genç yetenek yetiştirmesi.</i></p> <p class="MsoNormal">Kulüp, Fransa Futbol Federasyonu tarafından 2010 yılının “en iyi gençlik kulübü” seçildi. Bu seçimde rol oynayan kriterler; U17 ve U19 liglerinde aldıkları sonuçlar, eğitim merkezlerinin standartları, lisanslı genç oyuncu sayısı, Fransa U17, U18 ve U19 takımlarına verdiği oyuncu sayısı. Sochaux, bu kriterlerin hepsinde ligin ortalamasının çok üzerinde. Fakat esas önemli gösterge, bu sezon kulübün kadrosunda bulunan 29 futbolcudan 16’sının (yarısından fazlası) ünlü Sochaux futbolcu eğitim merkezinde yetiştirilmiş olması. </p> <p class="MsoNormal">Efsane başkanları Fortuné Chabrier, 40’lı yılların sonundan itibaren bir vizyon olarak ortaya koymuş genç yetenekleri eğiterek başarılı olmayı.<span style="mso-spacerun:yes"> </span>Marcel, Biancheri gibi ünlü futbolcular bu dönemin ürünü olarak ortaya çıkmış. Ama o güne kadar futbol sahası ve fabrika arasında geçen hayatlarında başarıyı yakalamaya çalışan gençlerin kaderı, esas 1974 yılında değişmiş.<span style="mso-spacerun:yes"> </span>Futbol okulunun kapılarını açmasıyla, kulübün temel değeri olmuş futbol eğitimi. 2008 yılından beri Kulüp başkanlığını yürüten Alexandre Lacombe’un sözleri, bu vizyonu açıkça ortaya koyuyor:<span style="mso-spacerun:yes"> </span>“ Eğitim, Sochaux’nun varlığını sürdürebilmesinin tek yoludur. Bu yoldan her uzaklaştığımızda başarısız oluyoruz. Kaçınılmaz, eğitim Sochaux’nun genetik kodudur.”</p> <p class="MsoNormal">Eğitim merkezi 2000 yılında yenilenmiş, kulübün mabedi Bonal stadının 10 km uzağında, yeşilliklerin ortasında bir şato. Kulüp bu şatoya yılda yaklaşık 3 milyon euro harcıyor. İçerisinde gençlerin her türlü konforu düşünülerek tasarlanan ünitelerle birlikte bir de özel lise var. Gençlerin eğitimi için.</p> <p class="MsoNormal">Kulübün U15, U17 ve U18 sorumluluğunu yapmış olan ve B.A.E’de Al Ain kulübünde de benzer bir görevi yerine getirmiş olan altyapı uzmanı Francis Gillot, “Bu konuda sihirli bir formül geliştiremezsiniz. Tüm sisteminiz başarmak üzerine olmalı.” diyerek giriyor konuya. Diğer bir alt yapı sorumlusu Yannick Stopyra ise, konuya farklı bir yönden yaklaşıyor. “ Eskiden çok az kulüp eğitim ve alt yapı stratejisini benimser modellerdeydi. Sochaux, Nantes ve biraz da St. Etienne. Ama artık kulüpler doğru yolun bu olduğunu gördü. Tabi bu rekabeti de beraberinde getirdi. En yetenekli gençleri çekmek için şartları hep daha iyiye götürmek zorundayız.”</p> <p class="MsoNormal">Kulüpte “scout” sistemi oldukça güçlü ve yaygın. Kulübün eski oyuncusu<span style="mso-spacerun:yes"> </span>Bernard Maraval önderliğindeki 10 kişilik ekip, Fransa’yı karış karış geziyor ve yetenek avlıyor.<span style="mso-spacerun:yes"> </span>“Bordeaux, Rennes, Monaco gibi şehir lokasyonundan doğan avantajlarımız yok. Gençleri çekmek için kulübün genç oyunculara bakışını ve alt yapı know how’ını argüman olarak kullanıyoruz” diyor Maraval.</p> <p class="MsoNormal">Bu çaba ve mantalite, son 30 yılda 13 Sochaux kökenli ulusal formanın gediklisi olmuş yetenek yetiştirmiş, görünen o ki, aklın yolu bir ve Sochaux 60 yıldır o yolda ilerliyor.</p><p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal">*Lionceaux = Sochaux genç takımının lakabı; aslan yavruları. Peugeot amblemine de gönderme yapıyor bu lakap.</p>Bayram Kaymakhttp://www.blogger.com/profile/00403058899285105346noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-80215677147422889112011-07-22T11:24:00.002+03:002011-07-22T11:29:12.306+03:00100. yılında Beylerbeyi tribünündeyiz<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvDsfYgbtgr3sXOxPwvs5ZMcJLVHLlsUfx-mRlhPyIKM2BAn6BjdBuzsvYm1h3DGTWQYWMFiRLdCCcN_WIwI_RjT_bWF5aI-ZefQs4G-7OoXB1k3cyaU8KKZkvAYP3RVWsL7eucaBIQks/s1600/verkac.png"><img style="float: left; margin: 0pt 10px 10px 0pt; cursor: pointer; width: 273px; height: 215px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvDsfYgbtgr3sXOxPwvs5ZMcJLVHLlsUfx-mRlhPyIKM2BAn6BjdBuzsvYm1h3DGTWQYWMFiRLdCCcN_WIwI_RjT_bWF5aI-ZefQs4G-7OoXB1k3cyaU8KKZkvAYP3RVWsL7eucaBIQks/s320/verkac.png" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5632090728539638450" border="0" /></a><br />Büyüklüğünü alavere dalaveresinden aldığına her yıl biraz daha ikna olduğumuz, marka değeri aklanan kara para oranıyla doğru orantılı şekilde artan sözümona “Süper” olan ligden kopuyoruz.<br /><br />Boğaz’ın önemli kulüplerinden Beylerbeyispor bu sezon 100. yılını kutlayacak. Biz de futbolun üst katındaki kirden pastan uzaklaşıp, oyunu neden sevdiğimizi, nasıl sevdiğimizi göstermek adına Beylerbeyi tribünlerine çıkıyoruz.<br /><br />“Hadi gel buluşalım 1. Köprünün altında”<br /><br />Not 1: 2009 yılına kadar Galatasaray’ın pilot takım olarak kullandığı Beylerbeyi, iki yıldır bu destekten de mahrum yoluna devam ediyor.<br /><br />Not 2: Verkaç yazarları hâlâ uykuda galiba, yazmıyorsunuz bari tribüne çıkın!Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-46884972242492431972011-07-19T12:46:00.005+03:002011-07-19T13:10:19.477+03:00Geçmiş çoğu kez geleceğin aynasıdır: 1993, Fenerbahçe'nin Önlenemez ÇöküşüYaz sıcağının ve yazlıkçılığın tembel ruh hâlinin hâkim olduğu bir evde bulduğum 1993 tarihli Panorama dergisinde yer alan bir haber tarihinin belki de en büyük krizine girmiş olan Fenerbahçe'nin geçmişine dair önemli ayrıntılar içeriyor. Üzerinde söylenecek hem çok şey var, hem de çok bir şey yok.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWFOM1Zd_6Exu0H0TXKFTEiu2s4_udwSp6HWsTN4NaSBjqkFROJZ8teegnFr611zrfumcI5yhUyQpgJwEv4i1G7jQ0KhLtAHTSf0bwsXdyMzGGosmw3ihRIruT4OHkI3-FXb5qx5YuVumm/s1600/IMG_3278.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 268px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWFOM1Zd_6Exu0H0TXKFTEiu2s4_udwSp6HWsTN4NaSBjqkFROJZ8teegnFr611zrfumcI5yhUyQpgJwEv4i1G7jQ0KhLtAHTSf0bwsXdyMzGGosmw3ihRIruT4OHkI3-FXb5qx5YuVumm/s400/IMG_3278.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5631001098338101970" /></a><br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjc-9ElhZC5GVVEbSOsnUMwr0v-lSsmhCjjQaby51CGgZGbUCSWQqET5a_1f8joh50aTxGEpxwqHhnoFXN-XBO2MV1AZdfO6slnSHr2gOppNvFUgBRqQH6I-U7JsiQylifuKiF8khoETqLD/s1600/IMG_3279.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 271px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjc-9ElhZC5GVVEbSOsnUMwr0v-lSsmhCjjQaby51CGgZGbUCSWQqET5a_1f8joh50aTxGEpxwqHhnoFXN-XBO2MV1AZdfO6slnSHr2gOppNvFUgBRqQH6I-U7JsiQylifuKiF8khoETqLD/s400/IMG_3279.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5631002234237534146" /></a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-54674876648851453852011-07-17T22:21:00.004+03:002011-07-18T02:18:12.625+03:00Parlarsa şaşırmayın: Dimitri Payet<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3rnbi99ZgC8TErQNh1pqS4HGbyCZqURdWVdkHp0YbbYFykEcbvVTLeN5Wa1MVJEdF81hbWs0y8qPdJCNfXqIlNNIk2tjxrW6-reEyJCHMtwPM95g2sWKkCu0Sk2OYs6YaI2XF7vOlnXw/s1600/Payet-est-determine.jpg" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5630405953631046482" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3rnbi99ZgC8TErQNh1pqS4HGbyCZqURdWVdkHp0YbbYFykEcbvVTLeN5Wa1MVJEdF81hbWs0y8qPdJCNfXqIlNNIk2tjxrW6-reEyJCHMtwPM95g2sWKkCu0Sk2OYs6YaI2XF7vOlnXw/s320/Payet-est-determine.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; float: left; height: 203px; margin: 0 10px 0px 0; width: 320px;" /></a><br />
<div class="MsoNormal"><br />
Lille bu sezon gösterdiği performansla 8 puan farkla ligi birinci bitirdi. Oldukça genç sayılabilecek bir kadroyla, heyecan verici bir performansa imza attılar. Hem iç hem dış daha performansı istatistiklerinde birinci oldular. Üstelik bunları, fair play sıralamasında 3. olarak kalarak başardılar.<br />
<br />
Bu yıl da başarısını devam ettirmek isteyen ekip, bu karakterine uygun bir yıldızla güçlendirdi kadrosunu: Florent Dimitri Payet.<br />
<br />
Bu yıl St. Etienne’in sürpriz çıkışı kadar konuşulan ikinci fenomen, bu 1987 doğumlu genç yıldız. Sezon başından itibaren istikrarlı olarak gösterdiği performansla parladı, Fransa milli takımındaki yeniden yapılanmaya denk gelen formuyla da kısa sürede kendisini ulusal takımda buldu. Blanc’ın yeniden harmanladığı Fransa Milli Takımı’nın temel parçalarından birisi oldu. Peki nasıl oluyor da, birinci ligde 5. Yılını yaşayan bu genç forvet, 4 yılda 11 gol kaydedebilmişken, bu yıl 13 gol 4 asist istatistiklerine ulaşabildi.<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
Aslında Payet’nin yetenekleri ve takıma katkılarına futbol kamuoyunun gözlerini dikmesine bu sezon attığı goller sebep oldu ama potansiyeli bir sır değildi. 2010 yılı başlarında genç oyuncunun adı Liverpool ile anılmıştı ve bu Liverpool hayran sitelerini heyecanlandırmıştı solak hücum oyuncusu.<br />
<br />
Futbol gündemini takip etmeye çalışan ve bu esmer ve hızlı kanat oyuncusunu ilk kez izleyen hemen herkes aynı soruyu soruyor kendisine: “Bu çocuk daha önce neredeydi ve ben daha önce keşfetmedim?”<br />
Çünkü Payet hızlı: Bir forvetten beklenen her şeyi fazlasıyla yapıyor. Çok ustalık gerektiren en zor dribblingleri, zarif top tekniği ve hızı sayesinde şiir gibi yapıyor. Genelde o kadar teknik oyuncuların sahip olmadığı kadar öldürücü bir şut tekniği ve cesareti var. Hem Fransa’nın en büyük rekabetlerinden birisi olmasına ve çok gergin geçmesine rağmen, Lyon maçında attığı frikik golü, alkışlanacak cinsten. Üstelik aynı maçta iki kez de çizgiden rakip forvetlerin şutlarını çıkarması, “daha ne yapsın “ yorumlarına sebep oldu. Baskı altında da çok iyi işler yapabildiğini gösterdi. Bu başarı tesadüf değil tabi ki, yıllar içerisinde olgunlaşan futbol stili, takımın ideal ve genç yapısını bulmasıyla zirveye doğru yükselişe geçiyor. Bir kanat oyuncusuna göre çok yüksek bir “finishing”i var.<br />
<br />
Aslında kendisinin de beklemediği bir form bu. “Sezon öncesi çok iyi hazırlandım, ama açıkçası ben de böyle bir giriş beklemiyordum. Attığım her golden sonra güvenim daha da arttı.” Geçtiğimiz koca bir sezonda 2 gol atabildiğinde ve üstüne üstlük takım arkadaşı Matuidi ile basın önünde kavga edince, takımdan gönderilmesi bekleniyordu. “Fakat benim için 8 milyon Euro istediklerini duyunca anladım ki, takım bana güveniyor” . Lille transferi sonrası ise net olarak kişisel rotasını çiziyor: "Milli takımla beraber gelen uluslararası başarımı sürdürmenin yolu Şampiyonlar Ligi ve ben buna hazırım."<br />
<br />
Yeni sezon hazırlıklarında da göz doldurdu genç yıldız. Geçen yılın en heyecan verici ikilisi Eden Hazard ve Moussa Sow ile beraber Şampiyonlar Ligi’nde adından çok söz ettireceğe benziyor.</div>Bayram Kaymakhttp://www.blogger.com/profile/00403058899285105346noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-87369625266915367322011-07-14T03:41:00.007+03:002011-07-14T10:59:06.353+03:00Başakspor ve Şıhali Yalçıner<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfucQHZ9tbzSev0XVLfUZ8Bm-knZH84bz4AtaNR49XrpuSd1d0k_WW-aSH2oSUCBrusO8q4ilP4FDPrrh3SUJsqBr625jPixe9enFu1iJXEA1g_rguYEP4hs_upWjA-eYJJ-xT7RObSqw/s1600/basakspor.jpg" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5629002583773871234" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfucQHZ9tbzSev0XVLfUZ8Bm-knZH84bz4AtaNR49XrpuSd1d0k_WW-aSH2oSUCBrusO8q4ilP4FDPrrh3SUJsqBr625jPixe9enFu1iJXEA1g_rguYEP4hs_upWjA-eYJJ-xT7RObSqw/s320/basakspor.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; float: left; height: 203px; margin: 0 10px 10px 0; width: 320px;" /></a><span style="font-weight: bold;">Karaman’dan bir futbol öyküsü ve emekle işlenmiş, zorlu bir hayat. Futbolun başka dilde konuşulduğu bir zamandan yarınlara Karaman Başakspor’un yankısı kalmıştır belki, kim bilir? </span><br />
<br />
<br />
Futbolun delik deşik edildiği bir dönemdeyiz. Şikenin delillerini tam olarak göremedik ama konuşulanlar, tartışılanlar nereden bakarsak bakalım, sporu spor olmaktan çıkardığımıza net delil olarak gösterilebilir. Sahi; insanlar neden spor yapar?<br />
<br />
Milli Takım, zaman zaman San Marino’yla eşleşir ve hemen kadrosu sıralanır: Kaleci marangoz, sağ bek terzi, stoper öğretmen, önlibero kasap, santrafor muhasebeci… Biz de toplum olarak buna güleriz. E bizim Milli Takım'dakiler neci?<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Neyse, lafı darbe sonrasında inadına Karaman’a spor yaptırmayı hedeflemiş bir spor adamı olan Şıhali Yalçıner’e ve Karaman Başakspor’a getireceğim. Yalçıner’in hayatı üniversitelerde, tiyatro sahnelerinde ve futbol sahalarında geçmiş. Gazetecilik ve öğretmenlik yapmış. 12 Eylül’ün adaletsiz uygulamaları yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kalmış. Şimdi Hollanda ve Türkiye arasında gidip gelen, önemli bir tiyatrocu. Ancak darbe sonrasında başından geçenler roman gibi. Onun ağzından darbe sonrasında Karaman’ı ve Başakspor’un öyküsünü okuyalım:<br />
<br />
<span style="font-style: italic;">1948, Karaman doğumluyum. Futbol hikayem bütün çocuklarınki gibi mahalle arasında başladı. Karaman’da bizim Kır Mahalle vardı, mahallenin takımı da Kalespor’du. Kalespor’un formasının üzerinde de siyah-beyaz bir kartal resmi vardı. Çocukken atletlerimizin üzerine kartal resmi çizerdik ve o atletlerle saatlerce maç yapardık. Kimimizin babası manifaturacı, kimimizin bakkal, kimimizinki manav… Esnaf adamlar, top için para alabilirsen al bakalım. O yüzden aramızda para toplar, herkesin ortaya koyduğu parayla top ve mes lastik alırdık. Mesin altına kabara (ayakkabı çivisi) takardık. Bazen bu kabaraları normal ayakkabıma da çakardım. Babam başlardı “Vay siz kışlık ayakkabıları rezil ettiniz” diye. Daha sonra ortaokul ve lise hayatı başladı. Lisede okul takımına girmek çok önemliydi. Orada oynamaya başlayınca çok popüler oldum. </span> <span style="font-style: italic;"> </span> <span style="font-style: italic;">Ben kendimi bildim bileli orta saha oynarım, hücuma yöneliktir işim. Çünkü kondüsyon ve yapı biraz sağlamdır bende. Bunlar teknikle birleşince, “Yürü be Pele!” derlerdi bana. Ben de gazı aldıkça basıyordum çalımı geçiyordum.<br />
<br />
Karaman’daki takımlar sonradan birleştirildi ve iki takım kaldı: Yunusemre ve Karamanspor. Biz Yunusemre’de kaldık. İsmi daha çok hoşumuza gidiyordu. Mahallede, arka sokaklarda Brezilyalı çocuklar gibi, kafayı kaldırarak oynamaya başladık. Cruyyf’a Cırayf, Ajax’a Acaks diyorduk. Tarlada dikenli otları ayıklayıp, yalın ayak, torbanın içine eski naylon çoraplarını sarıp yaptığımız futbol toplarının peşinde koştuk.</span> <span style="font-style: italic;">Babamız, eşraftan olduğu için bir sinema bir de top parası apartmaya başladık. En büyük tutkum dükkandan futbol ve sinema parası çalmaktı. Ağabeyim vermiyordu çünkü. Babamsa kasaları serbest bırakırdı, “çocukları sıkmayın” derdi. Lise bitince önce spor akademisine, sonra Goethe Enstitüsü’ne girdim. İki aylık bir serüvenden sonra ekonomi okumaya döndüm. Futbol hiç çıkmadı hayatımdan.</span><br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Karaman’da takım kuruluyor</span><br />
<br />
<span style="font-style: italic;">Sonra Karaman’da güçlü bir takım oluşturmak için bizi her hafta Karaman’a götürürlerdi. İstanbul’dan otobüslerle memlekete taşınıyorduk. O zaman sol hareketin içinde de yer almaya başladım. Spordan gelen popülaritem düşüncedeki örgütlenmelere çok yansıdı. İsmi Şıhali ama solcu. Türkiye amatör elemelerinde hep şampiyon olurduk. Konya temsilleri için iki ya da üç takımla deplasmana giderdik. Konya Demirspor’u da çok severdik. Adana Demirspor’la dostluklarımız başladı. Onlara “Dem Dem” denirdi.</span><br />
<br />
Kısaca araya gireyim. Şıhali Yalçıner, bu dönemde eğitim hayatında felsefeye yöneliyor ve tiyatro çalışmalarına yoğunluk veriyor. Ancak baskılar artınca memleketine dönerek bir taraftan yerel bir gazetede çalışıyor, diğer taraftan öğretmenlik yapmaya başlıyor. Buradan Yalçıner anlatmaya devam etsin:<br />
<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiE3wy7crD1F_eekMldTrxQfK0b3s5rBGqc88hKQvCjKktHeAJzQrfp8Jnl-qr5tS8fRluccJsR2d0uSYPbxyCNDiK1qsZ033GjtYhm3ZZ1ZQgx_MmLJg4cpO7T7EN5iW-1EBin5FbOcDA/s1600/sihaliyalciner.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5629002665778413378" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiE3wy7crD1F_eekMldTrxQfK0b3s5rBGqc88hKQvCjKktHeAJzQrfp8Jnl-qr5tS8fRluccJsR2d0uSYPbxyCNDiK1qsZ033GjtYhm3ZZ1ZQgx_MmLJg4cpO7T7EN5iW-1EBin5FbOcDA/s320/sihaliyalciner.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; float: left; height: 320px; margin: 0 10px 10px 0; width: 218px;" /></a><span style="font-style: italic;">Derken 12 Eylül bindi tepemize. Bu sefer gazetelerde de tat kalmadı. Basın hayatı zaten sansürlüydü, iyice tepesine bindiler. Bunun yanı sıra ben ne yapabilirim derken, futbolculuğumdan dolayı, profesyonel kurslara katılmak istedim. İzmir’de profesyonel antrenörlük diploması aldım. Ondan sonra Başakspor diye 12 Eylül öncesinde solcuların, emekçilerin, esnafın, matbaacıların kurduğu renkli bir takımda çalışmaya başladım. Adı komünist, solcu bir takım. İyi ama Amatör 3. kümede, yani en alt küme. Ben profesyonelim ama serde solculuk var. Okuduğumuz yazarlar var, kitle sporu nedir sorusuna verilmiş yanıtlar var. Doktor da öğretmen de bakkal da spor yapsın diyoruz. Benim ağabeyim iyi futbol oynuyorsa, fırıncı olması suç mu? O da yapsın. Matbaacı çırakları da yapsın. Spor kitlesel bir şey olmalı.</span> <span style="font-style: italic;">Bir de öğretmenlikten geliyorum ve öğrencilerimin gözünde idolüm, 12 Eylül öncesinde saldırıya uğramış, tutuklanmış bir öğretmen… İsmail Kurtları okuyarak büyüdük. Gazeteciliğimizin verdiği avantajla araştırıyorduk, gazetede yazıyorduk.</span><br />
<br />
<span style="font-style: italic;">12 Eylülcülerin benimle ilgili en kızdığı şeylerden biri buydu; popülaritem vardı. Yani tribünde bana küfür eden yok. Başakspor maceram 3. Amatör Lig’de yaptığım bir oyuncu seçmesiyle başladı. Biz o yıl hemen 2. Amatör Lig’e yükseldik. Öğretmenliğimden dolayı tanıyorum gençleri. Bir de haksızlığa uğrayan, başka takıma giremeyen yetenekli oyuncular bana geliyordu. Ayakkabı için, forma için Bifa Bisküvileri, Saray Şekerlemeleri’ne gittik. Belediyeye gittik belediye otobüsünü aldık, mazotu kendimiz koyup deplasmana gittik. </span><br />
<br />
<span style="font-style: italic;">O dönemlerde akıllı insanlar, çağdaş insanlar, sağ partilerdeki insanlar bile benim futbol kariyerime laf edemiyordu. Edemedikleri için çocukları sokakta boş bırakmamak için “Şıhali çocuklarla ilgileniyor” diyenden destek gördüm. Mantıklı yatırımcılar tabii ki destek veriyordu. Ayrıca onlar da top oynuyordu. Mesela Bifa’nın sahibinin oğlu takımda futbolcuydu. Biz bir şartla oyuncu alıyorduk, önce minik ve yıldız takımımızda oynayacaksın. Bizim yetişkin takımımızda diş hekiminden öğretmenine, eczacısından gazetecisine kadar insanlar vardı. </span><br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Dışarıdaki maç da 11’e 11</span><br />
<br />
<span style="font-style: italic;">12 Eylül sonrasında köy, okul, mahalle takımları için yaptığım seçmeleri inatçı bir şekilde sürdürdüm. Çocukların milli olabileceğini, üniversite okuyup hayatlarını kurtarabileceklerini anlatıyorduk. Dışarıdaki hayatın da 11’er kişilik iki takımdan oluştuğunu, hayatın da kurallarının olduğunu, iki direğin arasından topun nasıl geçeceğini herkesin öğrenebileceğini anlattık. Velhasıl Başakspor kendi yağıyla kavrulan, altyapıdan üreten, üstte başarılı olan bir kulüp haline geldi. Başakspor’a ben 78’de oyuncu olarak döndüm. 81 yılında hocalığa başladım. Altı, yedi sene bu hikaye sürdü.</span> <span style="font-style: italic;">Sağlam kişiliği olan, doktor olsun, eczacı olsun meslek sahibi insanlar vardı. Liseyi yeni bitirmiş işsiz gençler için konuştuğumuz bütün müesseslerde iş bulmaya çalıştık. Hiç değilse işçi olsun, işe aldırdık. Bu adam üretsin, 24 saat futbol oynayacak değil ya. Günde iki saat koşacak. Zaten abartırsa sürantrene olur. Kaş yaparken göz çıkarırsın.</span> <span style="font-style: italic;">Yıl 88’e geldiğinde saldırının, işkencenin dozu arttı. Her yandan kıskaca almaya başladılar. Beni gitgide yalnızlaştırdılar. Öğretmen gelir, tutar götürürler ekmeğinden olur. Öğrenci gelir götürürler, sporcu gelir götürürler. Evinde misafir olur, örgüt diye basılır. Yurtdışına gittim ve tam yedi yıl Türkiye’ye dönemedim. Gelemezdim çünkü pasaportumu vermiyorlardı, vatandaşlık tehlikesi vardı. İnanılmaz iddialarla geldiler. Amsterdam Gençlerbirliği diye bir takım, gider gitmez kaptı beni orada. Üç yıl veteran takımlarında oynadım ve şampiyon olduk.</span><br />
<br />
Hikayenin daha çok detayı var ama zaten lafı uzattıkça uzattık. Yani sözü özetlemek gerekirse, ligden düşünce her şey bitmiyor. Belki başka bir şeylere ulaşmak için bir yol açacak. Futbol bizim aşkımız, karanlık işler değil. Bu yazıyı Şıhali Yalçıner’in spor ve sanata dair sözleriyle noktalayalım:<br />
<br />
<span style="font-style: italic;">Aşk bir şey üretmiyorsa, ondan bir aşk olmaz. Aşk hiçbir zaman pişman olmamaktır. Ben o zaman spor ve sanatı ne olursa olsun aşkla yaptım. Mesleğim ne olursa olsun, önceliğimi onlara verdim.</span>Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-17613829850050396712011-07-14T01:14:00.007+03:002011-07-14T01:43:04.314+03:00Biraz kül biraz duman...<b>Keşke bu kül bu duman, verkaç'ın tekrar sahneye fırmalasından mütevellit yükselseydi, mesela Fırat İşbecer'in dediği gibi, çocukların "şehre" geri döndüğünün müjdesini daha uzaklara duyurmak için yapılan görgüsüzce bir kutlamanın alametleri olsaydı. Ama öyle değil, Türk Futbolu, yani "şehir" yanıyor, bu kül bu duman ondan...</b><br />
<br />
İlk dalga geldiğinde herkes şaşırdı. Dolaşan isimlerin heybeti önce işin özüne perde çekti. Ama sonra ortaya çıktı ki, amaç ya da yöntem ne kadar tartışılabilir olursa olsun, bir şekilde karanlık ve pis bir yığın küreniyor... İlk şok atlatıldıktan sonra herkes merakla etrafta toplanmaya başladı, kürenme bitince altından ne çıkacak diye. Ama esas soruyu kimimiz yeni yeni soruyor, kimimiz zamanı gelince soracak: ne zaman birikti bu kadar pislik, bu kadar çamur?<br />
<br />
Herkes kendi tuttuğu takıma yani taktığı gözlüğün rengine göre başlattı bu kirliliğin miladını; kimisi 1980'lere gitti, kimisi 1990'lara, kimisi Aziz Yıldırım ile başlayan, kim ne derse desin son on yılın büyük kısmını kaplayan Fenerbahçe damgasıyla örtüştürdü futboldaki büyük yozlaşmayı. Tabi ki soruşturma ilerledikçe, daha büyük resmi göreceğiz, öncesi/sonrası analizlerini yapacağız ama bana öyle geliyor ki sadece Türkiye değil, Avrupa'daki yozlaşmanın da miladı 1993'tür.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Tabi ki bir genelleme, hem de böylesi bulutlu bir konuda böylesi kesin iddialar taşıyan bir genelleme kolaylıkla çürütülebilir. Ama bu tarih, futbol sahasında dökülen her terin nakte çevrildiği Şampiyonlar Ligi (ŞL)'nin doğum yılı olması itibariyle, böyle bir kirlenmenin miladı olmaya en yakın tarih kanımca.<br />
<br />
İlk ortaya çıktığında ismiyle, logosuyla, eleminasyon sistemiyle futbolseverleri sarhoş etti ŞL. Tüm dahiyane fikirler gibi, basit ve etkiliydi: En iyinin iyileri ortaya çıkacak, lig usulünce çarpışacak. Ortaya çıkan galip, "şampiyonların şampiyonu" olacaktı. Öyle de oldu zaten, halen her yıl ŞL boyunca futbol keyfi tavan yapıyor. Öyle ki, Şampiyonlar Ligi müziği duyulduğu zaman, Pavlov'un evcilleri gibi elde bira, önde çerez moduna geçmemize sebep oluyor, gözümüzün önüne Star 1 logosu geliyor.<br />
<br />
Proje zaman içerisinde eleminasyon sistemine yapılan bir kaç makyaj dışında çok başarılı şekilde bu zaman kadar yaşamayı başardı, hatta 2002 yılından itibaren Copa Sudamericana (CSA) adıyla futbolun öncü kıtalarından Güney Amerika'ya ihraç edildi. Her yıl katılan, puan alan, elemelerde adım adım ilerleyen ve şampiyon olan takımlar, aşamalı olarak artan miktarlarda paralar kazanmaya başladılar. Takımlar kendi liglerinde, Şampiyonluk mücadelesinden geri kaldıkları dönemlerde ŞL 'ni kovaladılar. Böylece liglerde daha geç havlu atıldı, başarı için ikinci bir ölçü olarak ŞL de ödül tablosuna girdi. Her şey futbol kaynaklıydı ve kağıt üstünde her şey futbol içindi.<br />
<br />
Fakat maalesef işin başka bir yönünde, özellikle son yıllarda artan bir şekilde ŞL sayesinde "başarı & maddi kaynak" korelasyonu birbirine fazlaca yaklaştı. Yani basit bir şekilde, "ne kadar ekmek o kadar köfte" mantığı egemen oldu. Başarılı takımlar pastadan daha çok pay aldıkça artan iştahlarla masaya daha güçlü şekilde geri döndüler, daha çok pay aldılar, sonra daha fazlası için geri geldiler. Tabi ki her futbol sever her yıl daha güçlü bir Real Madrid, Barcelona, M. United izlemekten zevk alır, keyifle de izler ama yıllar geçtikçe eleğin üstünde hep aynı takımlar kalmaya başladı.<br />
<br />
İnternet devrimi burada da etkiledi tarihin gidişatını; bahis ve özellikle online bahis pastasının da her yıl katlanarak büyümesi işin boyutunu başka boyutuyla daha amacından saptırdı. Bol ve kontrolsüz kazancın olduğu her yerde türeyen suç örgütleri ya da bildiğimiz yapılanmasıyla "mafya" , futbolun olduğu her yerde kendisine yer bulmaya başladı. Ne kadar resmi ve onaylı kanallardan yürütülse de, bahis sahaya girdi. Eskiden sadece kritik maçlar başarı ve maddi kaynağı bir arada getirebilirken, artık yeni düzende her maç, sonucunda bir milyoner yaratabilecek bir kaynak haline geldi.<br />
<br />
Bununla da kalmadı ŞL'nin karanlık gölgesi, ulusal liglerde de iştahları arttırdı. Herkes bütçesine peşin peşin koyduğu o milyon euroları istiyordu. Liglerde eskiden beri "hatır-gönül" ilişkileri çerçevesinde gelişen şikevari ayarlar, artık organize şekilde ve makine düzeninde yapılmaya başlandı. Tabi ki açıklar verildi ve skandallar arkası arkasına patlamaya başladı;<br />
-2004 Hamburg Skandalı: Kupa maçında Paderborn önünde 4-2 kaybederek elenen Hamburg'u 10 kişi bırakan ve Paderborn lehine iki penaltı veren orta hakem Robert Hoyzer'in, Paderborn'un galibiyeti üzerine büyük miktarda bahis oynadığı ve bu nedenle karşılaşmayı manipüle ettiği ortaya çıktı.<br />
<br />
-2004 Genoa-Venezia Skandalı: Serie B ekiplerinden Genoa, son maçta Venezia'yı mağlup ederek Serie A'ya yükselmeyi başardı. Ancak bu maçta, rakip kulübe 250 bin avro ödediği anlaşılan Genoa, Serie C'ye düşürüldü.<br />
<br />
-2005 Brezilya Skandalı: FIFA Kokartlı hakem Edilson Pereira de Carvalho, tam 11 maçta şike yaptığını itiraf edince hapse girdi, bir anlığına şeytana uyduğunu dile getiren Carvalho'nun yönettiği bu 11 müsabaka iptal edildi.<br />
<br />
- 2005-2006 İtalyan Skandalı: “Calciopoli” İtalya'da çok can yaktı. "Temiz ayaklar" diye de anılan şike operasyonu, İtalyan polisinin mafya Luciano Moggi ilişkilerini araştırırken, telefon dinlemelerinde tesadüfen, hakem ayarlama olaylarına şahit olmasıyla başlamıştı. Bu yönleriyle içinde bulunduğumuz kaotik ortamın çok benzerini yaşadı İtalya o yıllarda.<br />
<br />
Ortaya çıkan deliller, soruşturmanın ilerleyen safhalarında Juventus, Milan, Lazio, Fiorentina ve Reggina'yı etkiledi. 14 Temmuz 2006'da açıklanan ilk cezalara göre; Juventus, Fiorentina, Lazio küme düşürülmüş, Milan ise Şampiyonlar Ligi hakkını kaybetmişti. Ancak daha sonra cezalarda indirime gidilirken, Fiorentina ve Lazio'nun da Serie A'da kalmasına karar verildi. Faturanın en ağırıysa, küme düşürülmesi kararı onanan Juventus'a kesilmişti.<br />
<br />
-2006 Belçika Skandalı- 1. Lig ekiplerinden Lierse'nin üç futbolcusu, net bir şekilde, Çin mafyası ile birlikte şike yaptıklarını itiraf ettiler. Sint-Truiden - La Louviere maçı sonrasında, konuk ekibin eski teknik direktörü Gilbert Bodart da, maç öncesinde Belic, Ttolica ve Ramond ile anlaştıklarını kabul etti.<br />
<br />
-2009 Şubat ayında Polonya’da patlak veren lokal bir şike skandalı, işleri çok başka yerlere taşıdı. 4 takımın, şike yaptıkları gerekçesiyle 1. ligden ihraç edildiği davada Hırvat kökenli Ante Sapina, 5 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.<br />
<br />
<b>Sapina, davada, 2008 ile 2009 yıllarında aralarında Dünya Kupası elemeleri ve Avrupa Ligi maçlarının da bulunduğu çok sayıda Avrupa ülkesindeki maçta şike yaptığını itiraf etmişti. Bochum Savcılığı, Sapina'nın toplam 50 maçta şike yaptığını savunurken, mahkeme Sapina'nın, aralarında Dünya Kupası elemeleri çerçevesinde 9 Eylül 2009 tarihinde oynanan Liechtenstein-Finlandya karşılaşmasının da bulunduğu 28 maçta şike yaptığına karar verdi.</b><br />
<br />
Bütün bu skandallar, maalesef futbolun geçirdiği dönüşümün sadece lirik ve nostaljik bir “endüstriyelleşme” teorisiyle ile açıklanamayacağını, kurulan tezgahların uluslararası boyutlarda güce ve etkiye sahip olduklarını gösteren deliller. Dolayısıyla bu organizasyonlarla mücadele yöntemleri de artık daha organize ve otoriteler daha caydırıcı cezalarla iş yapmaya çalışıyor. UEFA bu tip davalarda "sıfır tolerans" politikası öneriyor ve ülke federasyonlarına bu yönde baskı yapıyor.<br />
<br />
Ülkemizde son haftalarda konuşulan şeyler ne kadar canımızı yaksa da, ne kadar basit ve masum duygularımızla “suçlu” “hayır değil” “keşke olmasa” “kğme düşsün & düşmesin” boyutunda gezinsek de, bu şike ve şikeye karşı organize mücadele hukuku işi, uluslararası bu konjonktürden bağımsız değil. O uğursuz 1993 yılından itibaren etrafı daha çok saran o “para” perdesi ardında dönen işlerin pislikleri bunlar. 1990'lardan itibaren futbolcu düğünlerinin davetli listelerine baktığınızda, aslında net olarak görebiliyorsunuz işin aslını.<br />
<br />
Peki şimdi ne mi olacak? Kendi ülkemizdeki yangını elbet kendimiz söndüreceğiz, bedel ödemesi gerekenler ödeyecek. Belki uluslar arası düzlemdeyse, CAS benzeri üst spor mahkemelerinin, sporda şiddet ve usulsüzlüklere karşı daha organize ve profesyonel olarak mücadele edileceği bir döneme şahit olacağız.<br />
Görünen o ki, bizler sahaya tekrar çıkarken, futbolun esas öğelerinden bazıları bir süre ara verecekler futbola. Umarız ki İtalya gibi, krizden güçlenerek çıkar Türk Futbolu.Bayram Kaymakhttp://www.blogger.com/profile/00403058899285105346noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-46455672261802168952011-07-12T18:32:00.003+03:002011-07-13T01:04:01.459+03:00Topu geri alalım!<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbkeUjBVxfisDZ46IgUpfc_ntMbrBTZ24n7AEBB-bTuVXOC3G3FsS6ziep8LkF1FcvqGhUZr0MqgDCakI0P0BPTC0Gi3qm10HC2dUTAgEe03MjwX429VVv1KFYZkAwB9puZIc2xF9H0-g/s1600/amator.jpg"><img alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5628490605744669186" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbkeUjBVxfisDZ46IgUpfc_ntMbrBTZ24n7AEBB-bTuVXOC3G3FsS6ziep8LkF1FcvqGhUZr0MqgDCakI0P0BPTC0Gi3qm10HC2dUTAgEe03MjwX429VVv1KFYZkAwB9puZIc2xF9H0-g/s320/amator.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; float: left; height: 320px; margin: 0 10px 10px 0; width: 318px;" border="0" /></a><br /><span style="font-weight: bold;">Çoğumuzun medya hikayesinde önemli bir adım olan Verkaç geri döndü. Hem de şike davalarının başladığı bir dönemde. Şimdi topu oyundan alıp, mahallenin arsasına doğru degaj yapma zamanı.</span><br /><br />Verkaç futbol bloglarındaki “1. dalga” dönemine denk düşüyor. En heyecanlı yazılarımızı bu satırlarda yazmış, kıyasıya futbol tartışmalarına girişmiştik. Sonra her birimiz başka bir tarafa savrulduysak da artık kendi aramızda gözü kapalı oynayan bir takım hâline gelmiştik bile. Başka mecralarda topu araya attık, savunmanın arasına sarkan kimse olmadı. Savunmayı öne çıkarttık, ofsaytı bozanlar oldu. Her biraraya geldiğimizde “Verkaç, yeniden” diye bir kuple mırıldandıysak da başımızı kaldırıp bir şey yapamadık. Ta ki, Fırat İşbecer’in “So tell the boys that we are back in town” başlıklı e-mailine kadar. Şimdi herkes birbirine “lütfen önden sen” diyor, ben de “haydi ya nasip” diyerek kolları sıvadım. Bakalım eskisi gibi olacak mı?<br /><a name='more'></a><br /><br />Eskisi gibi olamayabilir çünkü biz Verkaç’ta kalem oynatmaya başladığımız dönemde henüz öyle medyayla fazla içli dışlı olmamıştık. Futbola daha saf, daha temiz gözlerle bakıyor ve hatta daha “taraftar” olarak yazıyorduk. Ancak medyada, özellikle de spor medyasında bir miktar zaman geçirince bugün patlak veren şeyler hakkında ufak ufak bilgiler edinmeye başlıyorsunuz. Kendi adıma söyleyeyim; benim açımdan futbol adına hiçbir şey eskisi gibi değil.<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Sevgimiz kirli kasanın açılmaz kilidi oldu</span><br /><br />Bu oyunun koca bir kasadan başka hiçbir şey olmadığı son olaylardan alınacak en önemli ders olmalı. Sevgimiz, taraftarlığımız, desteğimiz, kirli bir kasanın açılması çok zor kilidi gibi. Bundan sonra satırlarımızı bu kilidin açılmasına hizmet edecek şekilde kullanmak istiyorum.<br /><br />Çünkü, Aziz Yıldırım için sokaklara dökülüp eziyet gören Fenerbahçe taraftarlarının, belki de biber gazının etkisiyle dünyayı net göremiyor olmasına kızgınım.<br /><br />Çünkü bir taraftan “medya yürüyüşü haber yapmıyor” deyip, haber yapmaya gelen muhabirlerin linç edilmeye kalkışılmasına kızgınım.<br /><br />Çünkü diğer kulüp taraftarlarının şikenin gerçek olması için dualar edip, rakibini bu şekilde bile olsa yenmek istemesine kızgınım.<br /><br />Çünkü bugün idareten karar vermeye çalışanların gözünde ne Fenerbahçe’nin âlî çıkarları ne de Aziz Yıldırım’a duydukları sınırsız sevgi bulunuyor.<br /><br />Bugün Fatih Altaylı, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin Türkiye’deki futbol ekonomisinin %80’ini oluşturduğunu yazmış. İşte bunun peşinde herkes. Alınan her karar, atılan her adım, bu ekonomik düzenin korunması üzerine kurulu.<br /><br />O yüzden bugün sadece bu oyunda başrol üstlenen takımların değil, tüm takım taraftarlarının futbola taraf olması gerekiyor. Gerçek futbola.<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Yere batsın marka değeri</span><br /><br />Mahallede büyüyüp takımın formasını sırtına geçirmeyi başaran, saf bir futbol sevgisiyle oyunun oynandığı, oynayamayanların saf bir sevgiyle tribünleri doldurduğu günlere dönmek için tüm taraftarların bugün omuz omuza vermesi gerekiyor.<br /><br />Önce şu futbol endüstrisini yıkalım hep beraber. Şu “futbolun marka değeri” denilen zırvalığı bir yerlere çalalım. Şu bilet fiyatları halkın satın alabileceği yere kadar bir düşsün. Şu havuz ihalelerini alanların elinde patlasın o kutular. Şampiyonlar Ligi mi? Hayır arkadaş! O topu para için oynamasın kimse…<br /><br />Ya da biz öyle bir oyun içinde olmayalım. Her şey yansın, sonra biz yine rekabet ederiz. Atamadığınız gollerle yıkılıp, kazandığımız derbilerle çıldıralım. Ama başrolde tuttuğumuz takımların renkleri olsun. Kapkara bir mafya dünyası değil!Unknownnoreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-776196651283236719.post-84882153361367626952011-07-06T16:03:00.001+03:002011-07-09T00:28:23.434+03:00Verkaç geri dönüyorÇok az kaldı...Fisherhttp://www.blogger.com/profile/08235055164101819217noreply@blogger.com1